Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13 °C
Yağmurlu

Baba Ve Oğlu Yaşanmış Gerçek Hayat Hikayesi

08.10.2019
1.593
A+
A-
Baba Ve Oğlu Yaşanmış Gerçek Hayat Hikayesi

Ekran%2BAl%25C4%25B1nt%25C4%25B1s%25C4%25B1
Baba Ve Oğlu Yaşanmış Gerçek Hayat Hikayesi
Bu yaşanmış hayat hikayesini anlatırken kendi babamı unutmak istemedim. Konu başlığım baba ve oğlu ise burada benim de ufak hikayemin geçmesini istedim.
Gençlik yıllarımın iki dönemi oldu: Babalı ve babasız… Babalı dönemlerim altın çağı; babasız dönemlerim ise gümüş çağı olarak geçti. Tüm arkadaşlarımın babası hayatta idi. Onlara imreniyordum. Hele bir yere gideceğimiz zaman babaları onlara para verdiklerinde benim tarifini anlatamayacağım bir şekilde göğüs kafesimden beynime kadar bir sızı olurdu ve benim gözümde onlar tam bir aileydiler.
Anımın kahramanı çok sevdiğim ekmeğimi paylaştığım, rahmetli Ergün Yöneydir.
Ankara Aydınlık evler mahallesindeyiz. Birbirine çok yakın neredeyse her günümüzü beraber geçirdiğimiz ama kan kardeş olamadığımız altı arkadaşız: Yusuf, Sinan, Mustafa, Ergün, Cemil ve ben.
Ne güzel günlerdi… O zamanlar henüz siyasetin palazlanmadığı, kardeşin kardeşe düşman olmadığı ama o günlere yakın bir zamanmış aslında bu bizim gençlik çağlarımız. Neyse siyasetten önce yaşadığımız arkadaşlığa döneyim. Birlik ve beraberliğimiz birbirimizin lokmasını paylaşacak kadar ileri olduğu günler sanki birisi kovalıyormuş casına hızla akıp gidiyor.
Ergün arkadaşımın babasının sitelerde çay ocağı vardı. Bazen bizde gider onlara yardım ederdik. Ergün’ün babası adeta oğlu ile arkadaş gibiydi. Kol kola girerek dolaşırlardı hep… Onların bir birleriyle konuşmalarını imrenerek izlerdim. Ergün bana çok yakın olduğu için babası da bana yakındı. Ona ne yemek yedirirse aynısını bana da alırdı. Bu sayede bende geçinip gidiyordum. Günlerden Pazar, akşam soğuğu çıkmış ama biz bahçe duvarında oturmuş sohbet ediyoruz. Yanımıza Erdoğan ağabey geldi meğer oğluna üşümesin diye hırka getirmiş kendi elleriyle giydirdi Ergün’ü. “Ne güzel bir baba…”dedik arkasından bakarak. Sohbet koyulaştıkça biz zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Havada iyice soğumaya başlamıştı ve biz bir müddet sonra vedalaşarak evlerimize dağıldık.

Sabah yine Ergün ve babası kol kola girmişler işe gidiyorlardı. Erdoğan ağabey bana el sallayıp “İşin yoksa gel hadi sende bugün kalabalık olur yardım edersin.” dedi. Sanki bende bu teklifi bekliyormuş gibi tamam deyip onlara doğru koşmaya başladım. Yolda ben onların arkasında yürüyordum. Hep gözlerim onların üzerindeydi. O kadar hoşuma gidiyordu ki onların bu hali anlatamam. En çok aklımda kalan bayram sabahı baba ve oğulun camiye gelişleriydi. Namazlarını kılarlar hemen cami çıkışı birbirlerinin bayramını kutlarlardı. Tabi bende bu seremoniye katılır arada bayram harçlığımı Erdoğan ağabeyden alırdım.
Seneler böyle gelip geçti ve bir gün Ergün evlenmeye karar verdi. Kız daha önceden tanıdığı bir arkadaşıydı. Sevimli, güler yüzlü, hanım hanımcık birisiydi. Birbirlerine çok yakışıyorlardı. Erdoğan ağabeyin mutluluğu gözlerinden belli oluyordu. Bana hep bir gün Ergün’ü damatlık elbisesiyle görecek miyim derdi ve ben Erdoğan abiye bak ağabey işte bana hep derdin buyur işte şimdi Ergün damatlık elbisesini giydi, Allah utandırmasın sağlık ve sıhhat versin demek ki o gün bu günmüş dedim. Aylar geçiyor düğün hazırlığı yaklaşıyordu ama Ergün de bir durgunluk vardı rengi hiçte iyi gözükmüyordu. 

Kan tahlilleri de hiç iç açıcı değildi. Ergün artık dışarıya da çıkamıyordu ben akşamları uğrayıp fazla rahatsız etmeden kısa bir ziyaret ediyor ve gidiyordum. Fazla değil iki hafta sonra bir sabah Ergün’ü kaybettiğimizin haberini aldık. Koşarak evlerine gittim. Erdoğan ağabey beni görünce boynuma sarılıp “oğlum gitti, aslanım gitti Mustafa..!” diye gözyaşlarına boğuldu. Sarıldı, sarıldı ağladı. Sözün bittiği yerin yine yanında idim, ağabeyimden sonraki büyük bir acının içine düşmüştüm. Baba ve oğlu birbirinden ayrılmıştı. Erdoğan ağabeyin bana baktığında Ergün’ü gördüğünü hissediyordum. Akşam iş çıkışı otobüsten indiğimde Erdoğan ağabeyin elinde sarılı bir paketle beni karşıladığını ve o paketin içinden çıkan Ergün’le yediğimiz yarım ekmek dönerin olduğunu gözlerim dolarak yazıyorum. Paketi bana verirken ellerinin titrediği, gözlerinin dolduğu an mırıldanarak “döneri çok severdiniz, Ergün’le çok yerdiniz afiyet olsun Mustafa’m” paketi nasıl alıp nasıl gittiğimi bilmiyorum. Hıçkırıklar arasında yedim o döneri… Seneler geçti hala o tadı hiçbir dönerde bulamadım. Allah hiç kimseye evlat acısı yaşatmasın. Erdoğan ağabeye de Allah sabır ve sağlık versin Amin.

Okuokubil.com

Arkadaşlarınızla Paylaşın:
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 5 YORUM
  1. Osman dedi ki:

    Çok güzel yazışın kardeşim yazılarını ilgi ile takip ediyorum kitabınız varsa alabilirim

  2. Mestiyar dedi ki:

    Ne yaptın sen üstadım şimdi ya!Çok duygulu bir hikaye ve açın hâlâ taze…

  3. OkuOkuBil dedi ki:

    Üstadım hayatın gerçekleri tam evlenecekken göçüp gitti dünyadan. Şimdi sırada ihtilal öncesi yaşadığımız gençliğimizin gittiği yıllara gelecem

  4. Unknown dedi ki:

    Yüregine sağlık bu siteyi seviyorum

  5. Unknown dedi ki:

    Çok duygulandim