Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 21 °C
Açık

Karma yoga

27.12.2018
425
A+
A-
Karma yoga
Rp2jfbv
Karma yoga Nedir Nasıl Yapılır

Karma yoga.

Karma Yoga normalde alın yazısı gibi bilinmektedir. Oysa Karma Yoga kişiyi Karma bağından özgürleştiren yoldur. Karma, bizi “Samsara” yani doğum çarkına bağlayan fiillerdir. Bu yolda hizmet, adanma ve kurban esas olandır. Karma nasıl ortaya çıkmıştır? Mandukya Upanisad’daki hikayenin benzerini herkes bilir. Ama hikayeyi bir hatırlayalım: “Bir erkek ve bir kadın, bir gün bir ağacın altındayken, kadın ağacın meyvesine uzanır ve “yasak meyveyi” hem kendi yer, hem de erkeğin yemesi için onu kandırır. Böylece her ikisi de dünyaya düşer.” Evet, bu hikaye hepimizin çocukluğumuzdan beri dinlediği Adem ve Havva’nın hikayesi…

Bu hikaye, Srimad Bhagavatam da dahil olmak üzere bir çok metinde yer almaktadır. Havva’nın Adem’e yemesi için verdiği meyvenin ne olduğunu bir düşünelim. Bu meyve, fiilin meyvesidir. Peki neden bunu kadın, erkeğe vermektedir? Çünkü kadın – dişi güç, Shakti enerjisi, aşağı çeken enerjidir. Erkek/eril enerji ise Shiva enerjisidir, yükseltici enerjidir. (Bu enerjileri, Çin sistemi yin ve yang olarak açıklar.) Bu enerji, dünya üzerindeki her iki cinsiyette de bulunur. Yani her iki enerji de hem kadınlarda, hem de erkeklerde bulunur.
Bu enerjilerin bedendeki yerlerine bakacak olursak, Shakti enerji “Kundalini” olarak da adlandırılır ve kuyruksokumunun bulunduğu bölgede, anüs ve cinsel organlar arasında bulunduğu bilinen Muladhara – Kök çakrasının biraz altında bulunur. Shiva enerjisi ise, iki kaş arasında yer alan ve üçüncü göz olarak da tabir edilen Ajna Çakra’da yer alır. Yogada yapılmaya çalışılan şey, Kundalini Shakti enerjisini yükselterek, Shiva ile birleşmesini sağlamak ve oradan birliğe gitmektir. Eğer kişi Shakti enerjisinin etkisi altına girerse, dünyaya düşmektedir; çünkü Shiva / Shakti birliği sona ermiştir. Sakti, meyveyi yemesi konusunda varlığı ikna etmiştir.
Fiilin meyvesini yiyen varlık, “yapan benim” dediği için, bir olanı üçe bölmüş (yiyen varlık, yenilen varlık ve yeme işlevi), böylece yogadan/birlikten uzaklaşmıştır. “Karma Yoga”nın “yoga”sını atınca, yani birlik olmayınca, geriye sadece “Karma” kalmış, bu da kişiyi dünyaya bağlamıştır. Karma, kişideki Guna’lardaki dengenin bozulması üzerine oluşur. Daha doğrusu bu felsefe, tezahür – manifestasyon olarak geçen varoluşun “varolma” sebebinin bu dengenin bozulması olduğunu söyler. İste bu nedenle, varlık eğer bu Guna’ları dengeleyip bunların üzerine çıkabilmeyi başarabilirse, çıkış noktası olan özüne geri dönecektir. Bunu metinler damlanın tekrar okyanusa geri dönüşü olarak tanımlamaktadır. Şimdi burada şu soru akla gelmektedir: “Kişi gerçekten bunu arzu eder mi?
Yani bunun içinde bir yıkım ya da yok oluş durumu var mi?” Buna yine okyanus örneğiyle cevap verebiliriz: Damla okyanusa karıştığında, belki damlayı görmezsiniz, ama o okyanusta vardır. Sizin o damlayı ayırt edememeniz, o damlanın orada olmaması anlamına gelmez. O halde, kişi Karma’nın her tür etkisinden kurtulmak istiyorsa, öncelikle bu değerlerin üzerine çıkabilmelidir. Bunu başarmanın yollarından biri de Karma Yoga’dır. Karma Yoga’da kişi kendini tamamen o işe vererek, o işi “yapan” olduğunu reddederek ya da herhangi bir sonuç beklemeden -yani fiilin meyvesini terk ederek- fiilde bulunur.
Bu konuyla ilgili olarak Mandukya Upanisad’da şöyle bir örnek verilmektedir: “Bir ağaçta iki kus bulunur. Bu kuşlardan biri ağacın meyvesini yerken diğeri sadece onu seyreder.” Ağaçta bir diğerini seyreden kuş, “tanık” olan Paramatman (mutlak), meyveyi yiyen de Jivatman (bireysel ruh varlığı)’dir. Bu, biraz yoga felsefesinin dünya tarihi hakkındaki açıklamalarına da değinerek en basit şekilde söyle ifade edilebilir: Varlık tanıklık durumundan yaptığı fiilin meyvesini yemekle Guna’ların dengesini bozmakta ve kademesel olarak doğanın hakimiyeti altına girmekte ve Jivatman olmaktadır. Jivatman olduğunda, önce elbette ilksel noktadan çıktığı için edimleri çoklukla Sattva özelliğini taşımakta, bu edimlerin sonuçları da Sattvik olmaktadır. İşte bu dönem Altın Çağ olarak adlandırılan döneme dek gelir.

indir%2B%25282%2529

Ama burada şu gerçeği unutmamak gerek: Satwa değeri hakim fiiller bile Sattvik sonuçlara yol açtığı için varlığı Karma’nın zincirine bağlamaktadır. Daha sonra varlık giderek yozlaşmakta, diker değerlerin kendisi üzerindeki hakimiyeti kademesel olarak arttıkça, diğer delerlerin baskın çıkma oranları yükselmekte ve çağlar da altın çağ, gümüş çağ, vs diyerek günümüze kadar gelmektedir. Yogik inanışa göre Karma Yoga tekrardan Altın Çağdaki insanların tanıklık duygusuna nasıl ulaşacağını belirler.
Öyleyse “Karma’nın zincirlerinden kurtulmak nasıl sağlanır?” sorusunu irdeleyebiliriz. Kişinin Karma Yoga uygulamasıyla yaptığı şey aslında doğada bulunan 3 Guna’nın dengeye getirilmesi ve kişinin bu 3 Guna’nın üstüne çıkabilmesidir. Guna’ları tanımlarıyla birlikte kısaca söyle tanımlayabiliriz.

1. Sattva: Huzur, sükunet ve sessizlik 
2. Rajas: Hareketlilik 
3. Tamas: Atalet, uyuşukluk Doğada bulunan her şeyde bu üç değer mevcuttur. Yani doğada hiç bir şey yoktur ki sadece tek bir değerden -mesela Sattva’dan- oluşsun. Tüm değerler, doğada bulunan tüm varlıklarda bulunur, burada varlığın Guna’sı hakkında konuşulduğunda, kriter hangi Guna’nın o varlıkta baskın olduğuyla ilgilidir. 
Örneğin insana baktığımızda, kişi hareketliyken o kişide Rajas değerinin öne çıktığını, ayni kişi uyuşuk haldeyken – mesela ağır yemek yedikten sonra- Tamas değerinin baskın çıktığını, iyi bir uykudan sonra, zinde bir uyanışla güne başladığında ve sebepsiz bir mutluluk duyduğunda da Sattva değerinin baskın olduğunu söyleyebiliriz.
Yani herkes (her varlık) bu değerleri taşır. Yoganın önerdiği, kişinin bu değerler üzerinde hakimiyet kurmasıdır. Böylece kişi istediği zaman bu değerleri istediği gibi yönetebilecektir. Kişi istediği an, örneğin çalışma ortamına girdiği an kendisinde -tıpkı bir elektrik şalterini açıp kapatır gibi- Rajas değerini yükseltebilecek, böylece verimli bir şekilde çalışabilecek, meditasyon yapmak istediğinde de Rajas’tan Sattva’ya istediği an geçebilecektir. Bunun bir ileri aşamasında, kişinin bu değerleri aşması gelecektir. Aşmak nedir? Kişinin Guna’ları dengeli bir hale getirmesi Guna’ları aşmasıdır. Yani eğer kişide bulunan her üç değer de o kişide eşit oranlarda bulunuyorsa, kişi Guna’ları aşmış demektir. Peki bu nasıl sağlanır? Simdi genel kanı aslında eğer kişide Rajas ya da Tamas değeri yüksekse, kişinin Sattva değerini yükseltmeye çalışmasıdır.

indir

Ancak doğaya baktığımızda doğa bize bunu yapmaz. Çevremizde bulunan Tamas değeri yüksek kişilere baktığımızda, bunun böyle olduğunu görürüz. Doğa, Tamas değeriniz yüksekse, sizi daha fazla Tamas’a boğar. Siz istedikçe o değerde bulunan daha çok şeyi çevrenize çekersiniz ya da bunları yaratırsınız. Pekiyi neden? Çünkü böylece Tamas bardağı dolar, tasar ya da patlar. Böylece ister istemez tavana vurmuş olan değer tekrardan olması gereken noktaya geri donuş yapar. Örneğin, kendini sürekli olarak yemeğe vermiş bir kişi, yedikçe yemek ister, yer, yer, yer. Doğa onu ve açlığını doyurması için elinden geleni yapar.

Böylece kişi bir gün doyacak ve yemekten -aşırı yemekten- vazgeçecektir. Ayni şekilde öfkeli insanlar, diğer insanlarla karşılaştırıldığında, çevresinde onları öfkelendirecek daha fazla olay olur. Çünkü doğa onu ve öfkesini besler. Besler ki artık o kişi öfkeye doysun ve onu bıraksın. Bu bakış acısıyla düşünecek olursak doğanın bizde var olan değerleri körüklemesi terim yerindeyse bir kutsamadır. Kısaca, doğa sizi, bulunduğunuz değer ile iyice besler ki, artık onu istemeyecek kadar değere doyun. Daha sonra otomatik olarak zaten siz o değeri bırakırsınız. Aynı şekilde kişi de örneğin çok uykuluyken, kendisinde Rajas değerini yükseltmek istiyorsa, gidip spor yapması Rajas’ın yükselmesini sağlamaz.
Eğer Tamas değeri kişide yükselmişse, kişinin yapabileceği şey, gidip yatıp uyumaktır. Böylece o değer kendi zirve noktasını bulacak ve tekrardan olması gereken seviyeye geri dönecektir. Herhangi bir ruhsal çalışma yapmayan kişide hep bir değer diğerine göre baskın olarak bulunur. Yani kişi önce Tamas hakimiyetinde yaşar, uykusu vardır, uyanır ve Rajas devreye girer. Bir süre sonra Rajas’tan Sattva’ya ve sonra tekrardan belki Tamas’a geri döner. Ancak, ruhsal çalışma ile bu üç değeri dengede tutmak böylece bu Guna’lara hakim olmak ve bunları aşmak mümkündür. Guna’ları aşmak isteyen -yani bu üç değeri dengelemek isteyen- kişinin yapması gereken şey kendini gözlemlemeyi öğrenmesidir.
Kişi kendini gözlemledikçe, kendisinde ne zaman hangi değerin baskın olduğunu ve o değerin ne zamanlar ortaya çıktığını öğrenmeye başlar. Böylece kişi öfkelendiği anları tespit etmeye başlar. Kendini öfkelenirken yakalamaya başlar. İste bu tanıklık durumuna geldiğinde, kişi zaten öfkesinin geçmeye başladığını hisseder. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Eğer kişi tanık olduğu için, bulunduğu değerden tatmin olduğu ve artık doyduğu için değil de, zorlama ya da bastırma ile yapmak zorunda olduğu için çıkmaya çalışırsa, doğa kişiyi tekrar aynı noktaya geri getirir. Burada B.Gita’da Sri Krişna 3. Bölümde (33. vecize) söyle demektedir: “Bilge kişi bile kendi doğasına uygun bir şekilde hareket etmektedir; varlıklar doğayı takip ederler; bu duruma baskı altında tutma (dizginleme) ne yapabilir ki?” Gerçekten de, eğer siz bastırma yoluyla henüz doymadığınız ve hazır olmadığınız bir yola girerseniz, doğa sizi önünüze farklı yollardan -büyük olasılıkla da hiç tahmin etmediğiniz bir noktadan- tekrar aşamadığınız bu durumu koyacak ve siz gecene kadar da bunu önünüze çıkartmakta ısrar edecektir.
Bu nedenle Swami Satchitananda hep şu örneği vermektedir: “Kişi kendini tıpkı bir ati terbiye eder gibi eğitmelidir. Vahşi bir atı döverek eğitemezsiniz. Ama onun her istediğini de yapmasınız. Yapmanız gereken, biraz sanki onun istediği sekleri yaparmış gibi yapıp, daha sonra tatlılıkla -o daha farkına bir varmadan- istediğiniz yola onu getirmek. At biraz sola gitmek istiyorsa, önce bırakın biraz sola gitsin; bırakın tatmin olsun. Daha sonra siz yavaşça yularından tutup onu istediğiniz yöne götürürsünüz. Ama aksine, eğer atla bir inatlaşmaya girerseniz, o da aynı inatla size karşı koyacaktır.” Böylece öğretmenimiz Raghuramji’nin söylediği gibi kişi kendini zorla düzeltmeye çalışırsa, kendisinin efendisi değil, kölesi olacaktır.
Yoga yolunda ilerlemek ve Karma Yoga yapabilmek için kendi efendimiz olmamız gerekmektedir. Şimdi Karma ile ilgili iki farklı görüşe değinmek istiyorum:

1) Birinci görüşe göre, eğer kişiyi bu dünyaya bağlayan şey fiillerse, o halde kişi fiilde bulunmayı keser. Bu “fiil yoksa bağlayan bir şey de yok” görüşüdür. Bu görüşü destekleyen kişiler, dünya ile ilişkilerini mümkün mertebe keserler ve fiilde bulunmamaya çalışırlar.

2) İkinci görüş ise, Bhagavat Gita’nın da desteklediği, kişinin “fiilde beceri” sahibi olmasıdır. Bu görüşe göre, fiil üç şeyi kapsar: “Fikir, Zikir ve Fiil (hareket/davranış anlamında).” Yogada istenilen zaten kişide bu üç şeyin bir ve tek olmasıdır. Yani kişinin fikri ne ise, zikrinin (sözünün) de ayni olması ve davranışlarını da buna göre yapmasıdır. Böylece tam bir içsel şeffaflık yogiye hakim olur ve yogi huzurla dolar. Bu görüşe göre problem, yapılan edimlerde değil, kişinin bunlara bakış açısındadır. Bu bakış açısı değiştirildiği takdirde, kişi her nerede olursa olsun Karma Yoga uygulayıcısıdır.
Bhavat Gita’daki Sri Krişna’nın “Sorun dünya değildir, sorun dünyevi olmaktır,” sözünün altında yatan anlam da zaten budur. Karma Yoga’nın temellerini ise söyle açıklayabiliriz.
1. “Kişinin egoyu araya sokmadan ve işin sonucuna odaklanmadan bir iş yapması”: Yani kısının karşılıksız ve koşulsuz olarak, sadece işi, o işi yapmak doğru olduğu için yapması. Burada özellikle kişinin yaptığı ise konsantre olması ve yaptığı işten herhangi bir kişisel fayda beklememesi esastır. Bir iş yaparsınız ve bu iş evrene bir hediyedir.
2. “Kişinin sadece kendini o işe vererek, sadece bir işe konsantre olarak, onu mükemmel olarak yapması”: Bu, bir önceki tarifle ayni yere gelen bir ikinci tariftir. Çünkü eğer karşılıksız ve koşulsuz olarak bir işi yaparsanız işin içinde kendinizi o işe ‘adama’ vardır. Dikkat ederseniz kendinizi adadığınız işlerde, işi ucundan tutarak yapmazsınız. Kendinizi o ise gönülden verirsiniz. O iş size angarya olarak gözükmez.
3. “Yapılan işi evrene hediye ederek, iyi ve kötü sonuçlarını, yani meyvelerini reddetmek”: Bu aynı zamanda kurban/yajna ile de ilgilidir. Kişi egoyu üzerinden atamadığı için -egoyu atmak zordur- yapanın kendisi olduğunu kabul eder, ancak sonuçlarını hediye eder. Yani yaptığı işin sonucundan bir beklentisi olmaz.
4. “Yaptığınız işlerde ‘yapan ben değilim’ demek”: Burada kişi sadece evrenin elinde bir araç olduğunu hisseder ve her ne yaparsa yapsın kendi iradesinden daha büyük bir iradenin kendi üzerinden işlediğini hisseder. Böylece kişi “yapan” olmadığı için, yaptığı fiilin sonuçlarından da sorumlu olmaz. Böylece Karma oluşumu engellenir. Kişi fiilde bulunduğu halde fiilin sonucu kendisini bağlamaz. Yani birinci bölüme bakarsak, yaptığımız her işi, her davranışı karşılıksız ve koşulsuz yapmalıyız. Diyelim ki sokakta yürüyoruz. Yaşlı ve kör bir adam gördük. Yardım etmek istedik ve onu karşıdan karşıya geçirdik. Bir iyilik yaptık yani.
Ama kişi bize teşekkür etmezse arkasından da “Ben onu ezilmekten kurtardım. Oysa o bana bir teşekkür bile etmedi,” dersek o zaman Karma Yoga’ya göre yaptığımız iyiliğin ve davranışın hiçbir önemi olmaz. Yani birinci bölüme bakarsak, yaptığımız her işi, her davranışı karşılıksız ve koşulsuz yapmalıyız. Diyelim ki sokakta yürüyoruz. Yaşlı ve kör bir adam gördük. Yardım etmek istedik ve onu karşıdan karşıya geçirdik. Bir iyilik yaptık yani. Ama kişi bize teşekkür etmezse arkasından da “Ben onu ezilmekten kurtardım. Oysa o bana bir teşekkür bile etmedi,” dersek o zaman Karma Yoga’ya göre yaptığımız iyiliğin ve davranışın hiçbir önemi olmaz. Evren bir kumaştır ve biz bir ipliğiz. Biz bu kumaştan bir iplik parçası bile çeksek, o kumaş birkaç metre etkilenir. Örneğin, Amerika’da suç oranı %100 olan bir bölgede nüfusun yüzde biri meditasyon yapmaya başlamış.
Aradan geçen belli bir zaman sonra yapılan araştırmada suç oranının 540 düştüğü tespit edilmiş. Bu demektir ki, olumlu enerjilerle biz de kötü insanları olumlu düşüncelerimizle yukarı kaldırabiliriz veya yardım edebiliriz. Dışarıda olan kötü şeyleri önemsemeyip sadece kendimizi düşünmek, Karma Yoga yolundaki yanlış adımlardır. Yaptığımız her olumlu davranış ve düşünce, Karma Yoga yolunda attığımız olumlu bir adımdır. Bunlara evrene verilen sonsuz ve karşılıksız hediyelerdir. Ama değiştiremeyeceğimiz olayları da akışına bırakmalıyız ve üzülmemeliyiz. Bu da bizim Karma’mızı olumsuz etkiler. Örneğin Dalai Lama… Ülkesinden sürüldükten sonra Amerika’da verdiği bir demeçte kendisine, ülkesinin kötü durumda olmasından dolayı üzülüp üzülmediği sorulur. O da “Değiştiremeyeceğim bir şey için boşuna üzülmemin bir anlamı yok,” der. Yani olayların akışına kendimizi teslim edersek daha da ilerlememiz kaçınılmaz olacaktır. Bizim yapmamız gereken “Ben buradayım, dünyaya geldim ve kabullendim,” demektir. “Ben bu noktada ne yapabilirim, kendime ve insanlığa nasıl faydalı olurum?” diye düşünmek Karma yolunda ilerlemektir. İkincisi ise kişi kendini ‘adama’ya bırakmalıdır.

Çünkü bir işi karşılıksız ve koşulsuz yaparsanız içinizde adanma ve huzur olur. Bu da kişilerin düşünce yapısıyla alakalıdır. Öğretmenim Raghuramji’nin anlattığı bir hikayeden aktarmak istiyorum: Bir köyde inşa edilmekte olan bir Tapınak ve bu inşaatta taşları yontup kırarak muhteşem heykeller ortaya çıkaran birçok işçi varmış.Bir gün bir ajanstan muhabir gelip çalışanlarla röportaj yapmak istemiş. İlk önce gittiği bir çalışana sormuş “Burada ne yapıyorsunuz?” Adam büyük bir öfkeyle yanıt vermiş “Görmüyor musunuz ne yaptığımı işte taş kırıyorum. Hem de çok sert taşları.Ellerime bak ne hale geldiler. Kıpkırmızılar. Taş dövmek cehennem gibi bir şey. Bir delik bulup kaçabilsem keşke ama nerde !Şef sürekli kafamda bana bakıyor.

Bütün bu iş cehennem gibi. Bir de bana soruyorsun bu iş zor mu diye? Bu iş tam bir bela. Sanki lanetlendim bu işi yapmak için. Keşke bir an evvel bu sefil işten kurtulabilsem!” Muhabir yeniden bir soru yöneltmiş “Taş kırıp dövdüğünüzü anladım fakat burada inşa edilen nedir?” Adam “Bu saçma sapan yolu niye yapıyorlar anlamadım , zaten beni hiç alakadar da etmez.” demiş.Sonra muhabir bir diğer isçiye gidip sormuş “Ne yapıyorsunuz?” Adam cevap vermiş “Ben taş kesiyorum. Bu benim işim. Sekiz saat çalışıp 10 dolarımı alırım. Benim karım çocuklarım var. Bu benim sorumluluğum. Çoluk çocuğuma bakmak zorundayım. Bu benim sadece görevim.” Kadın sormuş “Burada ne inşa olduğunu biliyor musunuz?” “Evet bir tapınak olduğunu söylediler. Bütün işi bir tapınak için yapıyoruz. İsterse hapishane olsun benim için fark etmez.
Ben sekiz saat işimi yapar on dolarımı alırım. Başka da işim olmaz.” Sonra kadın üçüncü adama gider ve sorar, “Burada ne yapıyorsunuz?” Adam cevap verir: “Ben bir Tapınak inşa ediyorum. Bu köyde yıllardır bir tapınak yoktu. Ne zaman bir festival olsa bütün insanlar yan köye giderlerdi. Benim büyükbabam denedi ama bütün hayati boyunca başaramadı. Babam da çok çabaladı ama bir tapınak inşa edilemedi , hep bir rüya olarak kaldı. Benim zamanımda da olmayabilirdi belki ama Tanrının lütfuyla bu Tapınak benim zamanımda inşa ediliyor. Biliyor musunuz taşa vurduğum her an muhteşem bir melodi çıkıyor.
Bakın burada her şey tapınak inşaatı başladığından beri bir festival gibi. Bu tapınak bütün köyü bir araya getirdi. Bu uykulu halk bir anda festival moduna geçti. ” Muhabir sormuş “Burada ne kadar çalışıyorsunuz?” “Neden soruyorsunuz ki? Kalkar kalkmaz buraya gelirim ve taşları kesmeye başlarım. Burada yerim içerim, her şeyimi burada yaparım. Eve gittiğimde , yattığımda ,hatta rüyamda bile taş keserim ben. Bu gerçekten çok mutluluk verici bir şey benim için. Bu benim hayalim” Muhabir sormuş “İnşaat ne zaman sona erecek?” “Neden bana bunu soruyorsunuz ? Ben bu tapınak inşaatının bitecek olmasına son derece üzülüyorum. Keşke daha çok uzun sure hünerlerimi bu tapınağın etrafında gösterebilsem. Bu bir kutsanmışlık.” Eğer yapılan işe bakarsanız , üç insanda aynı işi yapmakta, fakat birincisi için bu bir cehennem , ikincisi için bir görev,ödev,oysa ki üçüncüsü için bir kutsama.

indir%2B%25281%2529

Eğer işin doğal olarak iyilik ve kötülük nitelikleri varsa, o halde bu üçü de ayni şeyleri hissetmeliler. Ama bu realite değil. İş kendi başına bu nitelikleri taşımaz. Peki bu kadar büyük farkları yaratan nedir? Aklımızı rahatsız eden iş değildir, bu bir hiledir. İş dışsal bir şeydir. Davranışlarımız içseldir. İş dünyaya aittir. Davranışlarınız ise size. İşleri değiştiremezsiniz , çünkü onlar dış dünyaya bağlıdır. Değişmek isterse değişir. Ama işin arkasındaki davranış ve tutumlar sizin elinizdedir. Kesin bir tavır işinizi perişan bir hale çevirebilir ya da onu mutluluk verici kılar. Tutumlarınızı değiştirin ve spirituel bir hale gelin. Eğer doğru tutumlar sergilemiyorsanız spirituel değilsinizdir. Sizin spirituel olup olmadığınızı belirleyen iş değildir. Bu hikayeden de anlaşıldığı gibi olaylara bakış açımız da bizim özümüzle ve nasıl düşündüğümüzle alakalıdır. Sonuçta adanmayla yapılan eylem ne olursa olsun kişiye angarya olarak gözükmez. Böylece yapılan her fiil gönüldendir. 

Karma Yoga yapmak huzur, sakinlik ve tatmin duygusu sağlar. Üçüncü noktaya bakarsak, yapılan fiili evrene hediye etmenin, iyi ve kötü sonuçlarını da, yani meyvelerini de reddetmenin, aynı zamanda kurban/Yajna ile ilgili olduğunu söylemiştik. Bu hayatta herkesin herkesten beklentisi vardır. Anne babadan, çocuktan; baba anneden, çocuktan; çocuk anneden, babadan bekler, bekler… oysa problemler bizim fiillerimizden kaynaklanmaktadır. Oysa biz başımıza gelenleri bir de dış dünyaya yüklemek gibi bir eğilimdeyizdir. Oysa kendi tavrımızı ve davranışlarımızı değiştirmek, aklımız ve zekamızla mümkündür (Manomaya Kosa, Vignanamaya Kosa).
Kimse bizi etkileyemez. Çünkü biz bağımsız varlıklarız. Çünkü yaratılışımızın doğasında zaten fiil var. Krişna der ki, “İşi yap; ama sonuç bekleme.” Beklenti bizim yaşam sevincimizi azaltır. Beklentide büyük bir ego vardır. Beklemek durumu zayıflık, beklememek güçlü olmaktır. O kadar tam ve bir olduğumuzu hissetmeliyiz ki, artık bekleyecek bir şey olmadığını bilelim. İşte bu Karma Yoga’dır. Krişna der ki, “Fiilde bulunmak iyidir. Ama bazen fiilde bulunmamak da iyidir.” Fiilde bulunmak Karma, bulunmamak A Karma’dır. İçindeki fiile, dışında gösterdiğin fiil farklı ise bu da Vikarma’dır. Vikarma reaksiyondur. Örneğin, sabah saat çalar, sinirlenirsin. Ama kalkmak zorundasındır. İşe gidersin, patronunu görürsün. Nefret ettiğin patronunun yüzüne gülersin. Yanımıza gelen iş arkadaşımıza “Ne güzel konuşuyorsun,” deriz. Oysa içimizden kötü düşünürüz.
Bunların hepsi Vikarma’dır. Her tepkide de kendimizle zihnen savaşırız. Yani %50 oranında kendimizle savaşırız. Bu bir süre sonra bizim genetik yapımıza girer ve gelecek reenkarnasyonlarımıza yansır. Bütün hastalıklarımızın nedeni önce zihin bedende başlar. Daha sonra fiziksel bedene iner. Bağışıklık sistemimiz bozulur; diyabetik oluruz; bağırsak ve sindirim sistemimiz bozulur; kansere yakalanırız. Yani Krişna’nın söylediği, hem fiil, hem fiilsizle bulunmanın önemi burada ortaya çıkıyor. Bizim dışarıya gösterdiğimiz fiil, içsel olarak onu değiştirmek içindir. Oysa bir fiilde bulunuyorsak ve bunu engelleyemiyorsak, o zaman %100 bunun içinde bulunmalı ve savaşmamalıyız. Böylece doğayla uyum içinde oluruz. Biz kendimizi ve düşüncelerimizi olumlu yönde değiştirirsek mutlu oluruz. Bu da Karma Yoga yolundaki en önemli sonuçlardan bir tanesidir. “Ne ekersen onu biçersin,” sözü bu olaylarla bağlantılıdır.
Kişi iyilik yapınca “Bunu ben yaptım,” fikri ile donanır. Bu da kişiye egoyu getirir. İyilikte ego olunca o zaman yaptıklarının da bir anlamı kalmaz. İnsanlar kötü bir fiilde bulununca “Ben yaptım,” demezler. Oysa iyinin arkasında her zaman bir “ben” ve sonucunda “ego” vardır. Bu da mahvedicidir. Hindistan’da bir guru “Öyle bir şekilde iyilik yap ki, sağ elin yapsın, sol elin bunu bilmesin,” demiştir. Fiilde bulunmamakla da, kimseye yardım etmemekle de, kimsenin Karma’sına dokunmama gibi bir düşünce tarzı vardır. Örneğin, bazı çevrelerde “Kimseye yardım etmemelisiniz; çünkü bu onların Karma’larını bozacaktır. Herkes kendi Karma’sına uygun koşullar altında yaşar. Bu nedenle ihtiyacı olana bir şey vermek ‘o kişinin uzun vadede iyiliği için’ kötü bir şeydir. O kişi kaderine terk edilmelidir,” denildiğini duymuş olabilirsiniz. Malesef, sadece ülkemizde değil, dünyanın diğer ülkelerinde de ve hatta Hindistan’da da bu görüşü destekleyen bir grup kişi bulmak olasıdır.

Arkadaşlarınızla Paylaşın:
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.